• KUANTUM ÜZERİNE
  • KUANTUM ÜZERİNE
KUANTUM ÜZERİNE

Ramazan sonrasında Boğaziçi Sohbetleri yeniden başlarken konumuz üzerinde çok konuşulan “Kuantum Mekaniği” olup, misafir konuşmacımız ise konuda önemli araştırmaları bulunan Prof. Dr. Osman Çakmak idi.. Hocamız kuantum anlayışının maddî varlığı içinde mânevî değerlerle de ilişkilendirilebilineceğini çok açık bir biçimde delillendirdi. Toplantıya doğrudan veya sosyal medya üzerinden katılanların soruları ise sohbeti zenginleştiren bir unsur oldu. Sohbetin 2 saate yakın süresi sonrası ortaya konulan bir gerçek tekrar gün yüzüne çıkıyordu. Dün olduğu gibi bugün de okuma, öğrenme ve yeniliklere açık olma zarureti belgeleniyordu. Prof. Dr. O. Çakmak hocamızca yapılan ve kendilerince özet hâlinde sunulan konuşmayı aşağıda takdim ediyoruz.

 

BOĞAZİÇİ SOHBETLERİNİN konuğu olduk. (10 Mayıs 2022)

“Eğitimde Kuantum ve Kuantum Öğrenmenin Temelleri" konulu sohbet aynı zamanda “zoom” ile dışarıya katılımlı oldu. Bu vesile ile Kültür Konseyi Yönetim Kurulu Başkanı Metin Eriş beye diğer üyelere teşekkür ederim.

Söyleşiden bir özet sunuyorum

Düşüncenin madde parçacıkları ve ışınlar gibi, kuantum yasalarına tâbi olması, düşüncemizi nasıl geliştirmeliyiz ve doğru eğitim nasıl olmalıdır sorusunu gündeme getiriyor. Böylece Kuantum fiziğinde fiillerin yer aldığı dil öne çıkıyor. Halbuki klâsik anlayışta fiil ve duygular yerine daha ziyade düz mantık ön plandadır. Öyle ki Atomaltı Kuantum dünyasında maddeler, nesneler, duygularımızla kavrayıp algıladığımız şeyler değildir. Herhangi bir faaliyette bulunmadan önce, düşüncelerimizi test eder, hedefimize varıp varamayacağımızı gözden geçiririz. Bu iki yönlü bir mantıktır. Fakat bu iki yönlü evet-hayır mantığı Allah’ın fizik varlığa yerleştirdiği mantıkla uyuşmamaktadır. Yeni fizikte öğrendik ki, gerçeklik bir potansiyel arz eder, yani çeşitli şekillerde madde-enerji olarak bedenleşebilen olabilirlikler dünyası şeklinde kendini gösterir. Kuantum dünyasında daha fazla mantık değeri hükmeder. Böylece evet-hayır haricinde, böyle de olabilir fakat şöyle de olabilir mantığı ve anlayışı söz konusudur. Eğitimin temel hedefinin, insan zihninin yanlış kurgu ve programlardan, şuur altı kirlenmelerden-günah ve sapık-yanlış fikirlerden korumak olduğu kuantumla daha iyi anlaşılmaktadır. Önemli olan kafaya bilgi yığmak değil, bilgi kirliliği ve bombardımanı içinde seçici bir zihin yapısına sahip olabilmek; ilâhi olanı, fıtrî ve faydalı olanı görebilmektir. Çünkü kuantumca keşfedilen gerçeklere göre,” düşünce enerjimizi” harekete geçirip alana yayar, beklediklerimizi kendimize çeker ve doğru yaşama şekline dönüştürürüz. Bu sebeple “çekim yasası” diye bir kavramdan söz edilmektedir. Biz dünyaya nasıl bakarsak dünya da bize öylece cevap veriyor. O yüzden kendi dünyamızın mimarı olduğumuzu söyleyebiliriz. Şanssız olduğumuzu düşünüyor- olumlu düşünmeyi öğrenmemişsek işlerimiz ters gidecek demektir. Çünkü doğruyu, güzeli ve iyiyi görebilecek ve seçebilecek şuur düzeyine yükselebilmek, şuur altının derinlerine ‘çekirdek inanç’ ları yerleştirmekle mümkün olabilmektedir. Doğru hayat şeklini bu şekilde kendimize çekebilmekteyiz. Doğduğumuz andan itibaren çevreden edindiğimiz inanç ve kabullerle hayatımız âdeta bir bilgisayar gibi programlanır. Şuur altımız iyi ya da kötü her türlü tohumu yeşerten bir toprağa benzemektedir. Bu yüzden ektiğimizi biçmekteyiz. Farkına varsın ya da varmasın insan hayatı, kuantumla canlı olduğunun farkına vardığımız uzaya (kuantum alanı) yaydığımız düşüncelerle şekillenmektedir. Kuantuma göre öğrenmede muvaffakiyet neye bağlıdır? Yeteneklerin inkişafı doğru hedefler koyarak ve doğru bakış açısı kazanarak âlemde hükmeden kanun ve prensiplerle rezonans hâline gelmeye bağlıdır. Kuantumun "Tümevarım İlkesi", etkili öğrenmenin ancak tüm zekâ çeşitlerini; insanda var olan tüm öğrenme mekanizma ve sistemlerinin öğrenme süreçlerine dâhil edilmesi ile mümkün olacağını göstermektedir. Dolayısıyla çoklu zekâ gibi öğrenme kuramları tümevarım ilkesine daha uygun öğrenme yöntemleridir. Kuantumun tümevarım ilkesi, düşüncede ormana değil, ağaca odaklanan ve resmin bütününü görebilen açık bir zihin yapısını ifade etmektedir. Doğrulara-bilgilere odaklanan, yani eğitim ve bilgiyi aktarmaya ve sınavlarda geri istemeye dayalı hâli ülkemizde geçerli öğrenme yöntemleri ile“tek doğrulu” bir zihin anlayışı oluşturmaktadır. Dolayısıyla mevcut eğitim anlayışı, kuantum düşünce anlayışı ile ters bir duruş sergilemektedir. Bu durum, büyük düşünceler üretemediğimizden toplum olarak problemleri çözemeyişimizin, teknolojide büyük ölçüde dışa bağımlılığın sebebini de açıklamaktadır. Düşünce maddeyi etkiliyor mu? Düşüncede karşılıklı etkileşim söz konusudur. Düşüncenin maddeyi etkilemesine basit bir örnek vermek gerekirse, bulunduğumuz ortamda hiç limon bulunmadığı hâlde gözlerimizi kapatıp hayalimizde limon kesip ağzımıza sıktığımızda, gerçekten limon gibi ağzımızın sulanması veya üzücü haber karşısında gözlerimizin yaşla dolmasıdır. Çok öfkelendiğimizde bedenimiz gergin; mutlu ve sevgi dolu olduğumuzda ise bedenimiz rahattır. Düşünce bedenimize yansımaktadır. Işınlar gibi düşünce de maddeyi etkilemektedir. Konuda daha somut örnekler verebiliriz. Düşüncenin maddeyi etkiler. Bunun en somut örneklerinden birisi Japon bilim adamı Prof. Dr. Masaru Emoto’nun su kristalleri üzerinde yaptığı çalışmalarıdır. Prof. Emoto, duygular yüklenen suyu kristallendirerek etkilerini incelemiştir. Emoto, mikroskopla yaptığı araştırmalarda, donmuş su kristallerinin dış tesirler karşısında çok değişik şekillerde reaksiyon gösterdiğini keşfetti. Bu araştırmalara göre, su kristalleri dış çevre tesirlerinin yanı sıra müzik, nefret, kin, öfke, sevgi ve takdir gibi duygulara da tepki vermektedir. Olumsuz sözler karmaşık-amorf şekiller oluştururken teşekkür, takdir, sevgi, neşe, dua gibi temiz duygu ve niyetlerle yüklenen suyun düzgün ve hârika kristal şekiller oluşturduğu görüldü. Bu ve buna benzer başka deneyler, varlığın ve fıtratın temelinde şükür, takdir, sevgi, yardımlaşma, minnet gibi pozitif duyguların yer aldığını ortaya koymaktadır. Düşüncelerimiz bedenimizi etkiliyor mu? Evet. Düşünce ve niyetlerimiz, bedenimiz ve zihnimizi bütünün sibernetik parçaları hâlinde etkilemektedir. Zihimizde olan dış dünyaya yansımaktadır. Hatta diyebiliriz ki zihnimizde olan dışarıda vuku bulmaktadır. Zihinde ne varsa, hücre ile bellek düzeyinde kayıt neyse İlâhî irade bize onu vermektedir. Zihnimizdeki düşüncelerin organlarımızı etkilemesinin bir örneği hastalıkların birçoğunun zihni bir sebebe dayanmasıdır. Buluşlarımız bile sürekli olarak, beklentilerimiz doğrultusunda gerçekleşmektedir. Şuurumuz neyi keşfetmek üzere bizi harekete geçiriyorsa, sonunda o şeyi keşfediyoruz. Düşüncemiz, bulgularımızın belirleyicisi olduğundan; sorumuz, bilginin yarısı anlamına geliyor. Bu bakımdan soru ilmin yarısı Hadisinin anlamını daha iyi anlıyoruz. Sonuç olarak cevapları değil soruları öğreten bir araştırmaya ve keşfe dayalı eğitim anlayışı fıtrata uygundur. Ülkemizde sınavlara (cevapları öğretmeye) dayalı eğitimin fıtrata ne kadar ters bir durum sergilediği sonucunu çıkarabiliriz. O yüzden eğitim bir "belâ", sınavlar "işkence hâini almaktadır. Buradan şu sonuca varabiliriz: Deney, deneyin sonucu ve bilincimiz aslında aynı bütünün birbiriyle ilintili elemanları gibidir. Birbirinden ayrı değillerdir. Fıtraten rahatsız olduğumuz, aynı zamanda günah sayılan duygu ve düşüncelerin ve de fiillerin sadece kişinin kendi dünyasında değil, etrafta da “yıkıcı-bozucu” etkileri olduğunu bu tür çalışma sonuçlarından anlıyoruz. Duygu dünyaları normal olmayan kişilerden rahatsızlığımızın bir sebebi bu olabilir. Buna göre, bizim görüş mesafemiz ve ufkumuz ne kadar Hakk’a yönelik ve doğru istikamette ise güzellikler, kendi âlemimize olduğu kadar çevremize de yansıyacaktır. Nöronlar karşısında gördüğü bir hareketi kendi yapmış gibi ateşlenip harekete geçiyor. Bunlara, ayna nöronlar deniyor. Ayna nöronlar, tıpkı ayna gibi karşıyı taklit edip yansıtır. Bir insan limon yerken, siz yemiş gibi ağzınız sulanabiliyor. “Ayna nöron” çalışmaları, yemek yiyen bir kişinin beyin dalgalarıyla yemek yemeye niyetlenen kişinin beyin dalgalarının aynı şekilde çalıştığını göstermektedir. Doğru inanç ve duygularla dolduğumuzda kendimizi saadet ve huzur içinde hissederiz. Çünkü, bu esnada beden mutluluk hormanları salgılamaya başlar. Bizim bu iyi hâlimiz çevrede “yapıcı ve düzenleyici” etkiye vasıta olur. Oysa kin, nefret, düşmanlık ve haset gibi duyguların yaptığı “etki” “bozucudur”. Işık ve madde dünyamız (nano boyutta atom ve moleküler düzeyde) olduğu kadar, “enerji” ve “nur” varlığımız incinir ve rahatsız olur. Bu “incinme” ve “bozulmaya” artık fizikî gözlemler ve deney sonuçları ile de şahit oluyoruz. Konuyu eğitime ve okullara getirecek olursak okul ve dersler, öğrencilere olumlu ve doğru bir bakış açısı kazandırmalı ve büyük idealler verecek şekilde onları kuşatıcı niyetlere sahip kılmalıdır. Kuantum gerçekleri bize inanç ve niyette değişim ve dönüşüm yapmayan bilgi eğitiminin anlamsızlığını gösteriyor. Bir inanç taşıyorsanız ve bu inancınızda samimi iseniz o doğrultuda atom ve ışın-ruh dünyasına (Kuantum Evren) enerji yayıyorsunuz, yaydığınız bu düşünce de hayatınıza yansıyor. Bu şu anlama geliyor: Öğrenilenler inanca dönüşmemişse (inancınızda ihlas yoksa) sizin bilginiz kendinize de etrafınıza da etki etmeyecektir. Bunun için asıl olan bilginin inanca dönüşmesidir. Öğrenilenler “inanç” hâlini almamışsa himmet ve gayretinizi, içtenliğinizi, ihlâsınızı artırmamışsa verilen eğitim “boş” bir çaba hâlini alacaktır. İradenin hakkını verebilir, onu güçlendirebilirsek, sürekli hadiselerin güzel yönlerine bakılması hâlinde hak ve hayır, güzel şeylerle karşılaşma potansiyeli böylece artacaktır. Özetleyecek olursak Kuantum Paradigması bize nasıl bir eğitim vaaed ediyor? Klâsik fizik anlayışının Newton paradigmasının hâkim olduğu sosyal bilimlerde çalışan çoğu araştırmacı genellikle tek bir paradigmaya da nedensellik çizgisi ile yetinilebileceğini düşünür. Kuantum paradigmasının temel değişmeleri, eğitim programlarındaki yeni yaklaşımları ve değişimleri desteklemektedir. Eğitimdeki değişim rüzgârları ile uyum sağlamaktadır. Beyin ve öğrenme gerçekleri ile uyuşmaktadır. O hâlde… 1. Farklı düşünceler desteklenmelidir. Her olay ancak gerçekleştiği ortamda ve o ortamın şartlarına göre değerlendirilmelidir. Bir olayın gerçekleşmesinde çok sayıda unsurun rol aldığı unutulmamalıdır. Bunları, kesinlik içerisinde değerlendirmemiz ve önceden kestirebilmemiz güçtür. Çoğu bilgiler (doğruları), onları çevreleyen şartlara bağlı olduklarından, o şartların varlığından sürekli olarak kuşku duyulmalıdır. 2. Gözlem, deney, proje temelli ve senaryo destekli uygulamalarla yaparak yaşayarak keşfe dayalı öğrenme tarz ve metotlarını ikâme edilmelidir. 3. Bilmek, öğrenme ile başlayan, öğrenmenin belki bir aşaması olan, belki de bir sonucu olan, ama sonu olmayan bir çabadır. Bilmek, sadece bazı sınavlardan geçmek, kafaya ne işe yaradığı ve nerede kullanılacağı öğretilmeyen bilgileri yığmak anlamında bilmek değildir. Bilmek, bildiklerimizin temellerini, dayanaklarını gösterebilmek demektir. Yani bilmek, kökleriyle, temel kavramlarıyla bilmek anlamına gelir. 4. Madde parçacıkları ve fotonlar gibi bilgiler de birbiri ile ilişki içinde bulunmaktadır. Bu yüzden öğrenilmesi istenenler, “niçinleri” ve “başka bilgilerle bağlantıları” bilinerek öğrenilmelidir. Yeni eğitim paradigmaları insanda şu anlayışın hâkim olmasını ister: “Şu anda sahip olduğum doğrular, bakış açım ve bilgilerimle sınırlıdır. Bunları güncelleştirmek ve zenginleştirmek için gayret göstermeliyim. Bilgi dağarcığımı genişletebilmek için devamlı öğrenmeye ve kendimi yenilemeye ihtiyacım var.” Bu anlayış ve terbiye insana verildiğinde, bildikleri ile yetinmeyecek, öğrenci her zaman kendini geliştirme şansı bulacaktır. Bu tarz eğitim sonucunda öğrencide çok doğrululuk, zıtlıkların aynı anda var olabilmesi gibi ilkelere dayalı bir düşünme biçimi hâkim olması ile gelişime açık esnek bir zihin yapısı teşekkül edecektir. İnsan hakları, demokrasi ve toplum kesimleri arasındaki uzlaşma ve akılcılık gibi değerlerin zemin tutması da ancak böyle bir eğitim anlayış ve ortamında neşvü nema bulabilir. 5. Kuantum paradigması özne merkezlidir. Öğren kişi, bilgiyle yüklenen nesne konumundan kurtarılıp, bilgiyi üreten ve kullanan özne konumuna çıkarılmalıdır. Ferdin öğrendiklerini yorumlaması ve oluşturmasına diğer bir deyişle yapılandırmasına ortam ve imkân sağlanmalıdır. Bilgiler, daima eksik olacaktır. Bundan dolayı kişiye eleştirel düşünme becerileri, öğrendiklerini ilmî çerçevede sorgulama becerileri kazandırılmalı ve onları araştırmaya, incelemeye yönlendirecek ortamlar düzenlenmelidir. 6. Kuantum öğrenme, beyindeki tüm sinirsel ağları kullanarak, anlamlı bilgi oluşturmak için yapıları özel ve bireysel bir şekilde bir arada tutmadır. Kuantum öğrenme, kuantum fiziğinin bulgu ve varsayımlarından yola çıkarak bireyin bir bütün olarak kendini gerçekleştirmesini hedeflemektedir. Sözü edilen hedefe ulaşmada bireyin, muhtemel doğrular oluşturması ve sorgulaması, tümden gelimci bir anlayış kazanarak olay ve olguların gerçekleştiği ortamlara göre değerlendirilmesinin sağlanması, gerçekliklerin bütün olarak algılanması gerektiği, öznel bir bakış açısı kazandırılması, kesin yargılardan kaçınılması gerektiği ve herkesin geçmiş yaşantıları farklı olduğu için olay ve olgulara ilişkin algılarında da farklılık olabileceği anlayışını kazandırmaya yönelik olmaktadır. Sözün kısası Kuantum teorisi, fıtratta var olan öğrenme gerçeklerini gün yüzüne çıkarıyor. Kuantumla materyalist ve kaba anlayış yerine mânevî temelli, bütüncül, esnek-geniş bir anlayış hâkim olmaktadır.